TBMM Genel Kurulunda Bütçe Görüşmeleri Esnasında Yaptığım Konuşma

TBMM Genel Kurulunda bütçe görüşmeleri esnasında yaptığım konuşmanın metni ve videosu:

 

Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. KOP İdaresi üzerine konuşacaktım ama kıyamet koptuğu için BOP ve etkileri üzerine konuşmayı tercih ediyorum.
Değerli arkadaşlar, ülkemiz, bizzat Abdullah Gül Bey’in de söylediği gibi Cumhuriyet tarihinin en kritik sürecini yaşıyor. Bana göre çok yaşamsal sorunlarımız var. Başta, dış politikamız çökmüş durumda. 92 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk defa hem Amerika’yla, hem Rusya’yla, hem Avrupa Birliğiyle, hem İran’la, Irak’la, Suriye’yle ve Yunanistan’la ciddi sorunlar yaşayan, bölgede ve dünyada çok haklı olduğumuz konuları bile anlatma durumumuz kalmayan, dostsuz, yalnız bir ülke durumundayız. Dış politikada çok ciddi sorun yaşıyoruz. Çok ciddi bir iç barış sorunumuz var arkadaşlar. Dokuz aylık milletvekilliği süremizde yaptığımız en istikrarlı iş her gün şehit cenazelerine koşturmak. 300’ün üzerinde şehidimiz var, 300’ün üzerinde kayıtlı sivil ölüm var, 44 çocuk hayatını kaybetti ve biz, bu Mecliste az önce birbirimize girdik. Bu halka nasıl bir manzara verdiğimize lütfen dikkat edelim. Ne sizler Recep Tayyip Erdoğan’ın ya da Ahmet Davutoğlu’nun vekillerisiniz ne biz Kılıçdaroğlu’nun vekilleriyiz ne siz Bahçeli’nin ne siz Demirtaş’ın vekillerisiniz. Bu milletin vekilleriyiz, bu milletin. (CHP sıralarından alkışlar)
Bu milletin vekilleriyiz, kendimize geleceğiz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu ülkenin iç barışını tesis etmek bu Meclisin görevidir.
Ben, buradan Meclis Başkanına çağrı yapıyorum.
Birilerinin hayal dünyasını tatmin etmek için yapay komisyonları bırakın, bir an önce bir barış komisyonu kuralım, bu ülkedeki kanı durduralım. (CHP sıralarından alkışlar)
Sevgili arkadaşlar, ciddi bir yönetim sorunumuz var; çok ciddi, çok ciddi bir yönetim sorunumuz var.
Bakın “Ben seçildim, öyleyse artık bu ülkenin isteseniz de istemeseniz de yönetim şekli değişmiştir.” demek mevcut, meri, geçerli Anayasa’yı yok saymak demektir.
Bu meşruiyet kaybıdır, kendinizi yok saymak demektir. Bunu asla doğru bulmayın sevgili arkadaşlar. Bu ciddi bir sorun. Anayasa Mahkemesini tanımamak, mahkemelere talimat vermek, o güvendiğiniz ve ona göre burada görev yaptığınız Anayasa’yı yok saymak doğru değil.
Ve kardeşlerim, sevgili milletvekilleri, ciddi bir liderlik sorunumuz var.
Bakın, buradan Sayın Davutoğlu Sayın Kılıçdaroğlu’na liderlik dersi verirken hepiniz alkışladınız.
Dedi ki: “Ben grubuma hâkimim, sen değilsin.”
Şimdi, Sayın Davutoğlu… Ben buradan söyleyeyim değerli hemşehrim, arkadaşlar…
Ben buradan söyleyeyim…
Lider olmak belli sayıda insana lafını dinletmek değildir, o kadarını askerde çavuş da yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Lider olmak, sözünü dünyaya dinletebilmektir.
Sen konuştuğun zaman karşına Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Sözcüsünün muhatap olmaması demektir. Sen konuştuğun zaman birilerinin elinde beyzbol sopasıyla sana ayar vermemesi demektir. (CHP sıralarından alkışlar)
Sen konuştuğun zaman bir değeri olmak demektir. Lider olmak, devlet adamı olmak demektir.
Sevgili kardeşlerim, İsmail Müştak Mayakon, 1927’de, Ankara’da Ahmet Rasim’le karşılaşır. Ahmet Rasim bildiğinizdir. “Hayrola Üstat, ne arıyorsun Ankara’da” der. Der ki: “Fırıncılar ekmeği dört köşe yapmıyor da onun için Ankara’dayım.” Anlamaz, “Hayrola.” der. “Yahu, İstanbul’da, Beşiktaş’ta bir ekmek aldım, Akaretler yokuşundan inerken kolumun altından kaydı, düştü, yakalayayım diye koşarken buralara geldim.” Vedalaşıp ayrılırlar. Akşam Çankaya’da Mustafa Kemal Atatürk’e anlatır. Atatürk hiddetlenir, kalkar, “Ya siz ne yaptınız Beyefendi?” der. “Ne yapacağım efendim, bir şey anlamadım.” “Nasıl anlamazsın.” der. “Bu memleketin kültürüne, bu memleketin edebiyatına yarım asır hizmet etmiş bir muhterem zat, bir büyük insan belli ki yoksulluğa düşmüş, ekmek parası peşinde. Neden elinden tutup getirmezsin?” Döner yaverine, der ki: “Ahmet Rasim Bey’i bulun, lütfen, buraya davet ettiğimi söyleyin.” Yaver gider, bir otel odasında Ahmet Rasim’i bulur. Sevgili kardeşlerim, Ahmet Rasim geldiği zaman Mustafa Kemal ayağa kalkar, “Hoş geldiniz Üstat.” der, masada yanına alır, izzet, ikram eder ve kalkarken “Üstat, lütfeder misiniz acaba, boş bulunan İstanbul Milletvekilliğini kabul buyurur musunuz?” der. O saate kadar… Döner Ahmet Rasim, İsmail Müştak’la göz göze gelirler, gözlerinden yaşlar süzülür, Mustafa Kemal’in eline sarılmaya kalkar, Mustafa Kemal izin vermez, der ki: “Paşam, anladım şimdi; ekmek gerçekten aslanın ağzındaymış.”
Ben bu anekdotu ne zaman okusam De Gaulle gelir aklıma. Fransa’yı Cezayir’deki tutumu nedeniyle kınayan Jean Paul Sartre’ı “Mahkemeye verelim, yargılayalım.” diyenlere De Gaulle diyor ki: “Beyler, beyler; kendinize gelin. Sartre Fransa’dır, Fransa’yı yargılamak kimin haddine?”
Sevgili kardeşlerim, devlet adamı, lider, ülkesinin kültürüne, dünya kültürüne hizmet etmiş adamlara saygı gösteren, onlara “kudurmuşlar” demeyen… (CHP sıralarından alkışlar) Her milletvekili, her bakan, her başbakan, her cumhurbaşkanı devlet adamı da olduğu zaman değer kazanır. Ben yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bu millete Allah devlet adamı olmayı da nasip eden liderler nasip etsin diyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu yazıyı sosyal medyada paylaş